Son Haberler
Arz-ı Mevud’un Gölgesinde Filistin Dramı | Bizimeller 23 Gazetesi

Arz-ı Mevud’un Gölgesinde Filistin Dramı

Tarih, sadece geçmişi değil; bugünü ve geleceği de anlamlandıran bir aynadır.


Editör: Haber Merkezi

Bugün Ortadoğu’da yaşanan trajedilerin köklerine baktığımızda karşımıza şu kavram çıkar: Arz-ı Mevud, yani “Vadedilmiş Topraklar.”

Tevrat’a göre Tanrı, İbrahim’in soyuna Nil Nehri’nden Fırat’a kadar uzanan toprakları vaat etmiştir.

Bu dini motif, Yahudi diasporasının yüzyıllar boyunca hayalini beslemiş; modern çağda ise Siyonist ideolojinin siyasi motoruna dönüşmüştür.

Siyonist Hareket ve İsrail’in Kuruluşu

Öncelikle tarihin tozlu sayfalarında biraz gezinelim.

19. yüzyılın sonlarında Theodor Herzl liderliğinde gelişen Siyonist hareket, Avrupa’daki ulusçuluk dalgası ve antisemitizmin yarattığı baskılarla birleşince Filistin’de bir devlet kurma hedefini resmileştirdi.

1947’de Birleşmiş Milletler’in taksim planı ve hemen ardından 1948’de İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesiyle yeni bir devlet doğdu.

Ancak bu doğum, Filistin halkı için “Nakba” yani büyük felaket oldu: yüzbinlerce insan yurtlarından edildi, mülteci kamplarında köksüz bir hayata mahkûm bırakıldı.

“Nil’den Fırat’a: Bir Hayalin Kanlı Gerçeği”

İsrail’in kuruluşundan sonraki süreç, adeta Arz-ı Mevud haritasının fiiliyata geçirilmesi gibiydi.

1967 Altı Gün Savaşı’nda Golan Tepeleri, Batı Şeria ve Gazze işgal edildi.

1981’de Golan Tepeleri’nin ilhakı, 2019’da ABD tarafından tanındı.

Batı Şeria’da yerleşim birimleriyle süren işgal politikası, Filistin topraklarını birer “yamalı bohça”ya çevirdi.

Bu yayılmacı strateji, Filistin halkını sadece toprak kaybına değil; aynı zamanda sürekli bir güvenlik baskısı, ambargo ve insani krize sürükledi.

Farkında olmalıyız ki; Tevrat’ta Nil’den Fırat’a uzanan topraklar vaat edilmiş sayılırken, bazı Siyonist liderlerin ideolojik haritalarının da buna uygun olarak çizilmesi tesadüf değildir.

Dünya Kamuoyunun Sessizliği

Peki dünya bu zulme karşı ne yaptı?

Çoğunlukla sessiz kaldı.

Birleşmiş Milletler kararları kâğıt üzerinde kaldı, ABD’nin veto gücü İsrail’i koruyan bir kalkan işlevi gördü.

Gazze’de çocuklar ölürken, Batı Şeria’da evler yıkılırken uluslararası toplum “endişeliyiz” açıklamalarından öteye geçemedi.

Oysaki; Filistin meselesi bir coğrafyanın değil, tüm insanlığın sınavıdır.

Kaybeden sadece mazlum değil; adalet duygusudur.

Daha da üzücü olan ise İslam ülkelerinin tutumudur.

Bugün Gazze’de susturulan her çığlık, yarın insanlığın vicdanında yankılanacaktır.

Arap Birliği ve İslam İş Birliği Teşkilatı, kuruluş felsefelerini; dayanışmayı, yardımlaşmayı ve ortak güvenliği hedef almıştı.

Ancak İsrail ve ABD söz konusu olduğunda bu yapılar çoğu zaman etkisiz, işlevsiz ve dağınık kaldılar.

İsrail’in Katar’a Saldırısı ve Doha Zirvesi

İsrail’in 9 Eylül 2025’te Doha’da Hamas liderliğine yönelik hava saldırısı, bölgedeki gerilimi daha da artırdı.

İİT ve Arap Birliği, 15 Eylül 2025’te Doha’da olağanüstü bir zirve düzenleyerek bu saldırıyı kınadı ve Katar’a desteklerini ifade etti.

Zirvede, İsrail’in bölgedeki normalleşme çabalarını tehdit ettiği ve bu tür saldırıların barış çabalarını baltaladığı vurgulandı.

Ancak Doha’da düzenlenen olağanüstü zirvede yapılan kınama bildirileri, bombaların Gazze sokaklarında sustuğu anlamına gelmiyor.

Oysa tarihte yapılabilecekler ile ilgili güzel bir örnek var:

1973’teki Arap-İsrail Savaşı sırasında Arap ülkelerinin uyguladığı petrol ambargosu, Batı dünyasını ekonomik krizin eşiğine getirdi.

Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasıyla dünya piyasaları altüst oldu, süper güçler İsrail’e baskı uygulamak zorunda kaldılar.

Bu, ekonomik gücün siyaseti nasıl değiştirebileceğinin en açık göstergesiydi.

Bugün de benzer bir strateji mümkün olabilir mi?

Elbette.

Ancak bunun için öncelikle İslam dünyasının parçalanmışlıktan kurtulup ortak bir irade sergilemesi gerekir.

İsrail Ne İstiyor?

İsrail, kuruluşunda laik sosyalist ve milliyetçi hareketlerin ürünü olarak ortaya çıkmış, kutsal metinlerden ziyade ulusal güvenlik ihtiyaçlarıyla şekillenmiş bir devlettir.

Buna rağmen, Arz-ı Mevud miti sahada bir ideolojik pazarlık aracı olmaya devam ediyor.

İsrail iç siyasetinde aşırı sağın umut dağıtırken, Filistin tarafında “vaat edilmiş toprak” anlatısı işgali meşrulaştıran bir bahane olarak kullanılıyor.

Dolayısıyla Arz-ı Mevud inancı, bugün hâlâ Orta Doğu’da çatışma ve müzakere dengelerini karmaşıklaştıran sembolik bir miras olarak hüküm sürüyor.

“Sessizliğin Bedeli”

İsrail’in “güvenlik” adına yürüttüğü politikalar, aslında Arz-ı Mevud idealinin modern bir yansımasından başka bir şey değil.

Netanyahu’nun geçtiğimiz aylarda Nil-Fırat haritasını işaret eden muskaya bağlılığını dile getirmesi, bu inancın hâlâ siyasi dilde dolaştığının kanıtıdır.

Filistin halkı, bu genişleme arzusunun bedelini kanıyla, gözyaşıyla ödemektedir.

Gazze’nin karanlık sokaklarında ölen sadece çocuklar değil; insanlığın vicdanıdır.

Bugün Gazze sokaklarında yankılanan sessiz çığlıklar, insanlığın vicdanına sorulmuş bir sorudur:

Biz hangi tarafta duruyoruz?

Sessizliğin, umursamazlığın ve etkisiz diplomatik bildirilerin yanında mı; yoksa adaletin, mazlumun ve barışın safında mı?

Toprak Davası mı İnsanlık Sınavı mı?

Filistin meselesi sadece bir toprak davası değil; insanlığın adaletle sınavıdır.

Arz-ı Mevud hayaliyle büyütülen işgal politikaları, masumların hayatını karartırken; dünya bu tabloya sessiz kalırsa, yarın benzer zulümler başka coğrafyalarda da sahne alacaktır.

Tarih, sessiz kalanları da direnenleri de unutmayacaktır.

Gökyüzü, 2025’te Gazze üzerinde gri bir perde gibi asılı duruyor.

Bombaların patladığı sokaklarda çocukların kahkahaları yerini korku çığlıklarına bıraktı.

Evler enkaza dönüşmüş, hastaneler yaralı ve hasta dolup taşarken; elektrik ve su kesintileri yaşamı adeta durma noktasına getirdi.

İnsanlar, yıkık duvarların ardında birbirlerine tutunuyor; hayatta kalmak için her gün yeniden mücadele ediyorlar.

Gazze, satranç tahtasında kaybetmiş bir oyuncu gibi:

Taşları birer birer düşerken hamle yapma hakkı hâlâ var ama gücü sınırlı.

Gazze halkı açlıkla, çocuklar travmayla, yetişkinler çaresizlikle mücadele ediyor.

Her köşe, her sokak, her enkaz yığını bir hamle alanı; nefes almak bile Gazze’de küçük bir zafer.

Sessiz çığlıklar, uluslararası kamuoyuna ulaşmayı bekleyen bir mesaj gibi yükseliyor:

“Biz hâlâ buradayız. Biz hâlâ yaşıyoruz.”

Unutmayalım: Sessiz kalan da zalim kadar tarihin mahkûmudur.

Yazarımızın kaleme aldığı bu yazı elazigdabugun.com haber sitesinde de yayınlanmıştır.





Yayın Tarihi: 22.09.2025
Ana Sayfaya Dön