Son Haberler
Susuzluğun Ayak Sesleri - Bizimeller 23 Gazetesi - Elazığ Haberleri

Susuzluğun Ayak Sesleri

Yazar: Nur KARABULUT | 05.11.2025
Susuzluğun Ayak Sesleri
Nur KARABULUT
“Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su.”
Fuzûlî ( 1483 - 1556 )
“Ey göz! Gönlümdeki odlara su saçma çünkü bu kadar tutuşan ateşe su çare olmaz.” Kanunî Sultan Süleyman, 1534’te Bağdat'ı fethettiğinde Fuzûlî, padişaha uzun bir kaside sunmuş ve bu fetih için tarih düşmüştür.
Divan edebiyatının şairi Fuzûlî, bu beyitle gönlündeki “tutuşan ateşi” anlatırken, bir yandan da suyun yalnızca bir çözüm olmadığını vurgular. Günümüzdeyse su hem en temel ihtiyaç hem de küresel bir kriz konusu hâline geldi. Su yoksa hiçbir çare yoktur.
Bir bardak suyu masaya koyduğunuzda renksiz bir sıvıdan fazlasını görürsünüz. O bardakta iklim değişikliğinin izi, kentleşmenin baskısı, yanlış su yönetiminin yıllardır büyüttüğü yük ve sessizce kuruyan dünyanın çığlığı vardır.
İklim değişikliği, şiddetli kuraklıklar, nüfus artışı, talep artışı ve son yıllarda kötü yönetim, dünya çapında kıt tatlı su kaynaklarını daha da zorlamış ve birçok bölgede ciddi su kıtlığına yol açmıştır.
Bugün dünyada 4 milyar insan yılda en az bir ay su kıtlığı yaşıyor; 2,2 milyar insan ise güvenli içme suyuna erişemiyor. Sorun tam masamızın üzerinde ve sirenleri açık bir şekilde kendine yol açmaya çalışıyor. Dünya bugün, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir su kriziyle karşı karşıya.
Kuruyan Coğrafyalar, Daralan Zaman
Dünyada artık yaklaşık 2,2 milyar kişi güvenli içme suyuna erişemiyor ve yaklaşık yarı nüfus yılda en az bir ay su sıkıntısı yaşıyor. UNESCO’nun son raporları, 2050’de su sıkıntısı yaşayan kent nüfusunun 2,4 milyara ulaşacağını söylüyor.
Bir çalışmaya göre dünyada “temiz suya erişimde sorun yaşayanlar” oranı şu anda %55 civarında ve yüzyıl sonuna kadar %65’i aşabilir. (eos.org) Başka bir çalışma ise; su arzı ve yönetilebilirliği dikkate alındığında “su güvencesi riskinin” daha önce düşünüldüğünden çok daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.( stockholmresilience.org)
Türkiye özelinde ise alarm niteliğinde veriler var: 2025-su yılı için yağışta %27 oranında düşüş yaşandığı bildirildi. Örneğin, Tekirdağ’da yağışlar %95 oranında azaldı, barajlar neredeyse boşaldı ve şehirlerde su kesintilerine başvuruldu.
İstanbul’un baraj doluluk oranı geçen yılın aynı dönemine göre ciddi ölçüde düşmüş durumda. Ankara’da büyük bir ana hattın kırılması nedeniyle su arzı yarı yarıya düştü. Türkiye’de son bir yılda yaşananlar sorunu daha da netleştirdi:
• Tuz Gölü, Konya ve Burdur’da çekilme hızlandı,
• İstanbul ve Ankara barajlarında kritik seviyeleri görüldü,
• Mardin, Muş ve Batman gibi kentlerde musluklar gün içinde yalnızca belirli saatlerde su verdi.
Bu tablo bize açıkça bir su krizinin kapıda olduğunu gösteriyor. Bilimsel araştırmalar bunu tamamlayıcı verilerle destekliyor. İklim değişikliği, nüfus artışı ve kötü yönetim suyun “miktar, kalite, erişim” üçlüsünü bir arada tehdit ediyor.
Gizli Tehlike: Suyumuz Ne Kadar Temiz
Aralıklı su kesintilerinin yaşandığı bölgelerde, yeniden verilen suyun boru hatlarında biriken biyofilm tabakasını çözerek mikrobiyolojik yükü artırdığı biliniyor. Yani musluk açıldığında akan ilk su, çoğu zaman en kirli sudur.
Evlerde kullanılan depolama tankları düzenli temizlenmediğinde; legionella, pseudomonas ve ağır metal birikimi gibi ciddi sağlık riskleri ortaya çıkıyor. Bu ise; ciddiye alınması gereken bir halk sağlığı sorunudur.
Halk suya ulaşamadığında; su tankerleriyle dağıtım, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kriz zamanlarında başvurulan acil bir uygulamadır. Fakat araştırmalar, tankerlerin hijyen standartlarının çoğu zaman denetlenmediğini, uzun süre depolanan suyun mikrobiyal yükünün arttığını gösteriyor.
Başka bir deyişle, susuzluk kadar tehlikeli olan bir şey de kirli suyun tüketilmesidir ve susuzluk kadar, kirli su da öldürür.
Su Savaşları
Kentleşme ve altyapı farkları, suya erişimde derin bir eşitsizlik yaratıyor. Araştırmalar, kentleşme biçimi ve altyapıya uzaklığın su erişimini %38’e kadar azalttığını gösteriyor. Yani su yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda sosyal bir adalet meselesidir.
Sıkça duyduğumuz “su savaşları” ifadesi abartılı bir kehanet gibi görünse de çatışmalar çoktan başladı. Afrika Sahel kuşağında toprak neminin düşmesi ile şiddet olayları doğrudan artıyor. Suriye iç savaşının erken döneminde, suyun kıtlaşması kırsaldan kentlere göçü hızlandırmıştı.
Yani su aynı zaman da bir güvenlik meselesidir ve diplomasi ve iş birliğinin de en güçlü alanıdır. Su kaynaklarımızı yönetmeyi öğrenmek zorundayız.
Ne Yapmalı?
• Aralıklı kesintiler azaltılmalı ve dağıtım şebekeler yenilenmelidir.
• Depo kullanımına zorunlu hijyen standartları getirilmelidir.
• Tarımda vahşi sulama terk edilmeli ve çiftçiye damla sulama teşvik edilmelidir.
• Su tasarrufu bireysel değil, toplumsal seferberlik haline getirilmeli.
• Haneler musluğu açtıklarında ilk 20 saniyelik suyu doğrudan tüketmemelidir.
• Suya erişimde eşitsizlikler giderilmeli; kent-kır, gelir düzeyi ve bölge farkı azaltılmalıdır.
Su Bir Kültürdür
Temiz suya ulaşmak herkesin en doğal hakkıdır. Aynı zamanda sürdürülebilir büyüme, toplumsal adalet ve barış bağlamında da su kritik bir kaynaktır. Suya sahip çıkmak demek; yaşama, birbirimize ve dünyaya sahip çıkmaktır.
Kuruyan dünya bize sesleniyor. Ne zaman duyacağız?
Nur KARABULUT
Ana Sayfaya Dön