Son dönemdeki boykot çağrıları, toplumu adeta bıçak gibi ikiye böldü. Bir yanda “tüketimle direniş” savunucuları, diğer yanda “boykot çözüm değil” diyenler… Ama bir şey net: Gerçekten seçiyor muyuz, yoksa seçildiğimizi mi sanıyoruz?
Görünürde herkes tarafını seçmiş gibi görünüyor. Kimisi bir markayı hedef alıyor, kimisi başka bir markanın yanında duruyor. Ancak derinlere inildiğinde, bu oyunun içinde yalnızca birer piyondan ibaret olduğumuzu fark ediyoruz. Gündem aniden belirleniyor, tartışmalar alevleniyor ve sonuçta büyük şirketler ya da siyasi güçler kazanan oluyor. Bizim “tercihlerimiz”se, sadece bu büyük oyunda birer hamle olarak kalıyor. Boykot hareketleri, bir yanda halkın tepkisini dış mihraklara yönlendirme aracı gibi sunuluyor. Ama gerçekte, bu kutuplaşmanın arkasında dışarıdan değil, kendi halkımızın birbirine düşmanlaşması yatıyor. Kendini “özgür düşünceye sahip” olarak tanımlayanlar, bir gün karşıt fikirlerle aynı sofrada oturduklarında, hep birlikte aynı kalabalığı oluşturmak zorunda kalacaklar. Hangi taraf haklı, kim haksız? Doğruyu kim savunuyor? Cevapsız kalan bu sorularla, her şey birer etiketsiz figür haline geliyor.
Bu iç içe geçmiş kutuplaşmaların ekonomiye yansıyan etkileri ise çok daha ciddi. Bir markayı boykot etmek, bireysel bir tepki gibi görünse de, toplumsal yapıyı derinden etkiliyor. Şirketler, sürekli boykot eden ve etiketlerle karşı karşıya kalan tüketiciler arasında stratejiler geliştirmek zorunda kalıyor. Ama bu sadece bir markayı hedef almakla kalmıyor; tüm sektör sarsılmaya başlıyor. Tüketim alışkanlıkları değişiyor, işsizlik artıyor, yerli üretici zarar görüyor. Boykot, yalnızca bir markayı hedef almakla sınırlı kalmıyor; tüm ekonomik yapıyı sarsarak, yerli üreticiyi dışa bağımlı hale getiriyor. Sonunda ise bu boykot hareketleri, bir kısır döngüye dönüşüyor. Halklar, dostlar, akrabalar birbirlerine “bu markayı al, o markayı alma” diyerek birbirlerinden yabancılaşıyor. Özgür iradenin kaybolduğu bu süreçte, toplumlar birbirinden ayrıştırılıyor ve kimlerin kazandığı değil, kimlerin kaybettiği ön plana çıkıyor.Asıl mesele şu: Ne o taraftayız ne bu tarafta. Biz hakemiz, karar veren biziz. Ama bize sunulan seçeneklerle yetinmek zorunda bırakılıyorsak, gerçekten seçim yapmış oluyor muyuz?
Bugün boykot, sadece bir tüketici tavrı olmaktan çıkıp, siyasi ve ideolojik bir kamplaşmaya dönüşmüş durumda. Artık bir dükkana girmemek sadece bir alışveriş tercihi değil, bir kimlik beyanı anlamına geliyor. Bu kadar bölünmüşlük içinde, gerçekten kimin işine geldiğimizi sorguluyor muyuz?Ama şunu unutmayalım: Biz markalara karşı değiliz. Hep birlikte, bu ülkenin markası olmak için çalışmamız gerek.
Bizimeller 23 Analiz