Vahşilik… Bu kelimeyi duyduğumuzda zihnimizde ilk canlanan genellikle pençeleriyle avına saldıran bir yırtıcıdır. Ormanda sinsice ilerleyen bir kaplan, kartal pençesinde can veren bir tavşan ya da belgesel karelerinde yansıyan bir çita-koşusu… Ancak bu karelere biraz daha dikkatli bakıldığında, ortada vahşilik değil, sadece yaşam mücadelesi vardır. Doğanın döngüsü, hayatta kalma içgüdüsü ve evrimsel bir zorunluluk…
Peki ya insan? Elinde silah, zihninde kin, kalbinde çıkar barındıran o varlık… Vahşiliğin tanımını sadece hayvanlara yüklemek, aslında en büyük haksızlığı yine onlara yapmaktır. Çünkü hayvan öldürür ama aç olduğu için. Avlanır ama hayatta kalmak için. Bir başka canlıyı öldürmek onun için ihtiyaçtır, haz değildir. Oysa insan, çıkarı için; hırsı, nefreti, ideolojisi, bazen sadece egosu uğruna bir çocuğun gözyaşına bile kayıtsız kalabilir.
Tarih boyunca sayfaları kanla yazılmış bir kitap gibidir insanlık. Savaşlar, katliamlar, işgaller, soykırımlar… Dini, dili, ırkı ya da sadece toprağı farklı diye milyonlarca insanın hayatına kıyan bir türden söz ediyoruz. Hayvanlar bölgesini korur ama asla yüzlerce kilometre ötede başka bir ülkeyi işgal etmez. Hayvanlar sürüsünü besler ama başka bir milleti sömürüp aç bırakmaz. İnsan, aklı ve vicdanı olduğunu iddia eder, fakat çoğu zaman bu vicdanı cebine koyup yoluna çıkar.
İroniktir; hayvanlar ‘vahşi’ olarak etiketlenirken, vicdansızlığın asıl sahibinin kim olduğu göz ardı edilir. Oysa bir sokak köpeği, kendi açken bile yavrusuna öncelik verir. Bir kedi, yabancı bir kuşun yavrusunu sahiplenebilir. Bizler, “insanlık ölmemiş” dedirten anlara hayvanlar sayesinde tanık olurken, “vahşet” kelimesinin içini insan davranışlarıyla doldururuz.
Belki de asıl sorun, kimin daha zeki olduğu değil; kimin daha merhametli olabildiğindedir. Doğa; kuralları olan ama adaletli bir düzendir. İnsanlık ise kendi kurallarını yaratıp, sonra o kuralları kendi çıkarı için yıkan bir çelişkidir.
Hayvanlar vahşi mi? Belki… Ama asla vicdansız değiller. Ve bazen, onlardan öğrenecek çok şeyimiz var.