Bir sabah pencereyi araladığınızda, o tanıdık sesi duyarsınız… Tane tane düşen damlalarla başlar gün. Nisan’dır, yağmurun mevsimi. Ne tam hüzündür, ne tam sevinç… Gökyüzü ağlarken toprak gülümser. İşte tam da bu yüzden Nisan yağmurları, hayatın ta kendisidir.
Şimşekler çakar bazen içimizde, gök gürler… Korkarız. Çünkü bahar, sadece çiçek değil, aynı zamanda yüzleşmedir. İçimizde biriktirdiğimiz kışın sessizliğiyle yüzleşiriz. O yağmurlar düşerken biz de içimizden bir şeyleri toprağa bırakırız: bir vedayı, bir hayali, bir pişmanlığı… Ama ardından filizlenir umutlar. Çünkü tohumlar da en çok yağmurla yeşerir.
Barış Manço’nun dediği gibi; “Yağmur yağarken dostlar, ben ıslanmışım çok mu?”
Evet, çok… Ama güzel. Çünkü insan ıslanmadan baharı hissedemez. Üşümeden güneşin kıymetini bilemez. Islanacağız, titreyerek bekleyeceğiz ama ardından toprak kokusu saracak her yeri. O koku, umudun kokusudur.
Bahar, sadece mevsim değildir. Ruhun uyanışıdır. Durgun suya atılan ilk taştır. İçimizde çocuk yanımızın yeniden koşmaya başlamasıdır. Kimi zaman bir ağacın çiçek açmasıdır, kimi zaman kalbin yeniden bir sevdayla çarpması. Çünkü bahar aşktır. Bahar sevgidir. Bahar, geçmişin yükünü bırakıp geleceğe bakmaktır.
Ve her baba bir bahçıvandır… Çocuklarını toprağa eker gibi eker hayata. Her davranışı, bir damla su gibi düşer onların ruhuna. Kimi zaman yağmur olur korur, kimi zaman güneş olur büyütür. Bahar gelirken bir baba, gölgesinde dinlenilecek bir çınar olmalıdır. Çünkü çocuklar en çok ilkbaharda büyür. En çok o zaman inanmaya başlar hayata, sevgiye, geleceğe…
Nisan yağmurları sadece gökyüzünden değil, yüreklerden de iner. Islatır, arındırır, canlandırır. Ve sonunda bir güneş açar… İçimizde.
Çünkü bahar, hep gelecektir hep umuttur.
